14 Ağustos 2009 Cuma

Slow Boat


(Chiang khong - Houai Sai - Pak beng - Luang prabang)
300 küsür km'lik bir yolculuk yapıyorsunuz Slow Boat adı verilen teknelerle. Bu yolculuk iki gün sürüyor. Chiang Kong'ta Tayland'tan Laos'a geçmek bir dakika sürüyor ve 30 Baht veriyorsunuz ( Yine Mekong nehri üzerinden karşıdan karşıya geçiyorsunuz). Sınırda işlemlerinizi hallettinten sonra sizi Slow Boat için komisyoncular bekliyo oluyor. 35 dolar istiyorlar.(Belkide biraz daha fazla) Bir tuk tuk'a binip botların kalktığı yere gider ve paranızı sağlam bir döviz bürosunda Kip'e çevirirseniz size 25 doların altında bir paraya denk geliyor. Botların kaltığı yerde çevirmek isterseniz yada döviz bürolarına gitmezseniz en az 35 dolar ödemek zorunda kalırsınız. Botlar irili ufaklı ama en az 50 60 kişilik oluyorlar. Yolculuğun ilk günü akşam hava kararmadan pak Beng'te duruyor bot. Hostel fiyatları kişi başı 1.5 dolardan başlıyor. Baht, kip yada dolar verebiliyorsunuz. Benim anladığım en karlı olanı Baht kullanmak. Çok küçük bir yer Küçük bir çarşısı ve etrafında Hint lokantalarıyla manav market karışımı dükkanlar var. Teknede yeme içme biraz pahalı olduğundan ertesi günkü yolculuğun devamı için akşamdan bişeyler depolamak lazım. Bira bile olabilir. Mekong nehri Güneyasya'nın en uzun dünya'nın 10. en uzun nehri. Tibet'te 4200 metrede doğuyor. 3000 metrede kayalıklar arasından akarak güneye dönüuor ve Laos'a giriyor. Burada dünya'nın en geniş çağlayanları oluşturuyor( yaklaşık 10 km). Mekong nehri kıyıları çok fazla canlılık yok ama bot burada büyük bir ekonomi oluşturuyor. En azından onlar için. Çünkü bot kıyılarda durarak turistlerin alışveriş yapmasını sağlıyor. Sigara, içki, balık, aksesuvar, giyim eşyaları ne arasanız var gibi. örneğin fotoğraftaki kız pişmiş balık ve şal satıyordu. tekneleri görenler küçük küçük köylerden çıkıyorlar ve turistlere bişeyler satmaya çalışıyorlar. Israrcı değiller ve insanlar çok tatlı.

Mekong


Anlata anlata bitiremediğim Asya seyehatim sırasında yakaladığım bir kare. Bu kareyi son anda çekebildim. Bot sahile ihtiyaçlarımızı karşılamak için yaklaştığında bu dünayalar tatlısı kız gibi onlarcası bota yaklaşıyor. Sigara, meyve, şal, balık, et, ekmek gibi ihtiyaç ürünlerini satmak için... Hepsi o kadar tatlı o kadar temiz ve canayakın gözüküyorlar ki onlara dalıp gitmişim. Çevremdeki onca şeye rağmen (bottan inip çıkmaya çalışan kalabağına hengameye kuzeyli kızlara) Hayatımda bir şeyi ilk kez görürmüşçesine hayretle dalıp gitmişim. Gördüğümü sonra tekrar düşündüğümde, fotoğraflara bakarken anlatıp dururken tekrar tekrar düşünüp durdum. Sonra karar verdimki gördüğüm şeye gerçekten çok yabancıymışım. Amsterdam'da yaşamıyorum. Eskişehir'de, Türkiye'de yaşıyorum. Her gün onlarca dilenci, mendilci, kağıt toplayan insan görüyorum. Ama bilmiyorum yabancıymışım işte... Televizyon'da, haberlerde de görüyorum. Erzak kavgası, ekmek kavgası. Ama doğuda gördüğüm bu değilmiş. Orda gödüğüm kavga değilmiş. Orda gördüğüm fakirlikte değil. Başka birşey... Özellikle bu fotoğraftaki turistleri sallamaz tavrına aşık olduğum, elindeki emeği satmaya değil sunmaya gelen bu kızdan sonra ordakinin burdaki olmadığını anladım. Durduğumuz 10, 15 dakika boyunca bu kızı izledim. Göz göze geldiği müstakbel müşterilerine elindekileri sadece uzatarak "istiyorsan gel al" diyordu sanki. "Almazsan ben değil sen kaybedersin" diyordu sanki. Arada elindekilere öyle bir bakıyordu ki "bu nehirde bunlar sadece bende var" der gibiydi. O sıra sanırım en çok satışıda bu kız yaptı hemde yerinden kıpırdamadan. Tekneye adım bile atmadan. Brad Pitt kalkıp "gel bakiyim şeker şey onlar kaç para ver bakalım üç beş tane" dese, "sen git de Angela ile takıl" diyecekmiş edasındaydı. O kadar orada mutlu, o kadar oraya bağlıydı kız. Gezmek, görmek istesen ilk nereye gitmek istersin diye sorsan New York ya da Londra değilde yine onlar gibi mutlu yaşayan karşıda biryerlerde köye gitmek isterdi sanırım. Bizim gibi batıya yada doğuya meraklı, özenti, bağımlı değilde 30 yaşındaymış bir özgüven ile karşı köydeki balıkçı esmer çocuk esmer çocuğun annesi, babası derdi. Onları merak ediyorum. Sizi zaten biliyorum. Hergün yüzlerceniz geliyor, gidiyor. Eskiden olduğu gibi. Ya gemilerle!!! uçaklarla!!! Ya teknelerle!!! uçaklarla!!! Hanginiz farklı...

Kıvanç'tan Sevgilerle:)

13 Ağustos 2009 Perşembe

9 Ağustos 2009 Pazar

Kamlumbağa Terbiyecisi


Çalıştığım yerde kaplumbağa besliyoruz. Herkesin bildiği şu küçük su kaplumbağalarından. Çok uzun süredir bizimle. Şunu farkettim ki beslerken ister istemez eğitmişim kaplumbağayı. Artık elimden yem yer hale geldi. Yem torbasının sesini duysun kafayı yiyiyor. Gel diyorum geliyor git diyorum gidiyor:) Bildiğimiz kaplumbağa terbiyecisi oldum. Ona daha çok şey öğreticem. Hamdi Bey'in tablosunda sosyal bir mesaj aramaya gerek yok. O adamda aslan terbiyecileri gibi sıradan bir terbiyeci, tek farkı onlara ney çalmasıdır sanırım. Artık bende bir kaplumbağa terbiyecisiyim. Aslan terbiyecileri gibi sıradan bir insan:) Benim gözümde tablo'nun değeri iki kat arttı. Güzel bir tane alıp asmak istedim sürekli görebileceğim bir yere.
Tüm bunlar bir kenara daha sağlıklı ve ayrıntılı bilgi için http://tr.wikipedia.org/wiki/Kaplumba%C4%9Fa_Terbiyecisi

Les Yeux Noirs


Blog içerisindeki müzikle ilgili ilk yazımı bu grup hakkında yapmak istiyorum. Fransızca "Kara Gözler" anlamına gelen Les Yeux Noirs grubu fransızca ile damardan giriyor bir kere. Giriyor ama bazen kaynatıyor, bazense buz gibi (hoş anlamasakta) edip düşündürüyor. Şarap ve aşk istiyor insanın canı. O kadar. Eğlenmek, mutlu olmak, ve kafayı çekmek mümkün sanıyorum bu grupla. Ekşiden okuduğum kadarı ile Ajda Pekkan, Yaşar etkilenmiştir bu gruptan:) Ayrıca "Zaga" zamanlarında izleyenler dahada bir aşina olacaklardır bu gruba. Herşey bir kenara ben şiddetle tavsiye ediyor, sizin içinde küçük bir iyilik yapıyorum:)

http://rapidshare.com/files/259043435/Les_Yeux_Noirs_-_Tchorba__2005_.rar